İthaki Yayınları, İstanbul, 2016
Çevirmen: Zerrin Kayalıoğlu, Korkut Kayalıoğlu
Sayfa Sayısı: 248
Özgün Adı: Fahrenheit 451
Öncelikle, bu kitabı 2015 Güz Okuma Şenliği için bana
öneren Gentei 君’ye teşekkür ediyorum. Bu kadar uzun bir zaman sonra okuduğum için
üzgünüm.
İnsanların tv şovlarıyla uyutulduğu, kitap okuyan ve evinde bulunduranların cezalandırıldığı bir gelecekte itfaiyecilik yapan Guy Montag’ın öyküsünü anlatıyor “Fahrenheit 451”. Ray Bradbury’nin en çok bilinen romanı olan Fahrenheit 451, baskıcı bir devlet düzeninin işleyişini anlatırken, kitapların önemini de ortaya koyuyor.
İnsanların tv şovlarıyla uyutulduğu, kitap okuyan ve evinde bulunduranların cezalandırıldığı bir gelecekte itfaiyecilik yapan Guy Montag’ın öyküsünü anlatıyor “Fahrenheit 451”. Ray Bradbury’nin en çok bilinen romanı olan Fahrenheit 451, baskıcı bir devlet düzeninin işleyişini anlatırken, kitapların önemini de ortaya koyuyor.
Kahramanımız
Guy Montag, itfaiyecidir. Ancak o dönemde itfaiyeciler artık günümüzdeki gibi
yangınları söndürmekle uğraşmamaktadırlar. İtfaiyecilerin tek görevi kitap
okuyanların ve evinde bulunduranların kitaplarını yakmaktır. İtfaiyeciler, kitap okumak ve düşünmenin
insanları mutsuzluğa sürüklediğini düşünmektedirler. Bu nedenle de insanlar tv
şovlarıyla uyuşturulmakta, aile kavramının önemi yok edilmekte ve yalnızlığa
sürüklenmekte, ilaçlarla hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Diğer
insanlar gibi, Montag da başlarda kitapları yakmanın gerekli bir şey olduğunu
düşünmekte ve yakmanın zevkli bir şey olduğunu düşünmektedir.
Bir
akşam işten evine dönerken 17 yaşındaki komşusu Clarisse ile karşılaşan Montag,
kızın düşüncelerinden etkilenir ve onunla sık sık konuşmaya başlar. Zaman
geçtikçe, hayatının kötü bir hal aldığını görmeye başlar. Bu aşamadan sonra
yaşadığı birkaç olayla birlikte kitapların korkulduğu kadar kötü düşünceler
barındırmadığını ve güzelliklerini keşfeder. Ancak bu baskıcı devletin altında,
hem de bir itfaiyeciyken kendini ifade edebilmesi hiç de kolay olmaz.
Kitabı
okurken, “Kitapsız bir dünya nasıl olurdu?” sorusundan çok; insanların
düşünemediği, uyuşturulduğu ve bundan mutlu oldukları bir geleceğin olması beni
oldukça ürküttü. Ancak, günümüz insanına baktığımızda, bir bakıma bunu
yaşadığımızı da görüyorum. Televizyon, internet, telefon gibi teknolojik
aletlere öylesine bağımlı hale geldik ki, gerçekten de bir şeyler okumaya ya da
üzerine düşünmeye vakit bulamıyoruz. Düşünmeyen kişileri yönlendirebilmek daha
kolay oluyor. Kitapta bunu çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Kitap okumanın
ve bulundurmanın zararlarına inandırılmış toplum tv programlarıyla da
desteklenerek hiçbir şey düşünmüyor ve düşünmediği için de mutlu.
Distopya
türündeki bu kitap, gerçekten de yer yer kötü hissettirdi. Özellikle de aile
kavramı üzerine yapılan tanımlamalar oldukça rahatsız ediciydi. Ancak bunun
yanında, kitaptaki en önemli konu hiç kuşkusuz kitaplardı. Gerçekten de kitap
okumanın suç sayıldığı ve kitapların yakıldığı bu gelecek birçoğumuz için son
derece korkunç ve kabullenmesi güç.
Kitabın
başında yazarın kitap ile ilgili 1993’te yazmış olduğu bir yazı bulunuyor.
Burada, kitabı yazma sürecinden bahseden yazar, kitabı yayınlatma konusunda da
oldukça zorluk yaşamış. Çoğu yayınevi, böyle eleştirilerin yapıldığı bir romanı
basmak istememiş. Ancak, 1953 yılında Playboy dergisinde bölümler halinde
yayınlanmış ve sonradan kitap haline getirilmiş. Aslında kitap, kısa bir
öykünün genişletilerek kitap haline getirilmesiyle oluşmuş. Yazar, bu yazısında
yazdığı kitabı şu cümleleriyle güzel bir şekilde özetlemiş aslında:
Eğer dünya kitap
okumayanlarla, öğrenmeyenlerle, bilgisizlerle dolmaya başlarsa, kitapları
yakmak zorunda kalmazsınız, değil mi? Eğer dünyanın geniş ekranı basketbolla ve
futbolla dolar ve MTV içinde boğulursa, gazyağını ateşlemek veya okuyucu
avlamak için Beatty’lere gerek kalmaz. Eğer ön bilgiler okul odalarının
çatlakları ve vantilatörleri arasında eriyip yok olursa,
bir süre sonra bunları kim bilir veya umursar? (syf. 16-17)
Kitabın
arkasında da bilim kurgu yazarı Neil Gaiman’ın yazar ve kitap ile ilgili
düşüncelerini kaleme aldığı bir yazı yer alıyor. O da kitap ile ilgili
düşüncesini şöyle belirtmiş:
Gençken okuduğumda Fahrenheit
451, bağımsızlık hakkında, kendi üzerine düşünmek hakkında bir kitaba
dönüştü. Kitapların değerini bilmek ve kitap kapaklarının altındaki
anlaşmazlıkla ilgiliydi. Biz insanların nasıl kitap yakmakla başlayıp insan
yakmakla bitirdiğimizle ilgiliydi.
(syf. 245)
Farklı
bir gelecek üzerine bir şeyler okumak ve üzerine düşünmek isterseniz önerebileceğim
bir kitap. Kitap okumayı sevenlerin ise kesinlikle okumak için daha öne
çekmelerini istediğim bir kitap.
Ufak
bir not: Fahrenheit 451 kitap kağıtlarının yanması için gereken sıcaklık
derecesidir. Merak edenler için bizim kullandığımız celcius sistemine
çevrilince 232.7778°C oluyor.
***
Aynı
zamanda 1966 yılında François Truffaut’un yönetmiş olduğu bir film uyarlaması
da bulunuyor. İnternette kitaptaki kurgunun değiştirildiği yazıyordu. Filmi
henüz seyretmediğim için bir yorum yapamayacağım. Ancak seyrettikten sonra bu
kısmı güncelleyeceğim.
***
Anayasanın
dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. (syf. 95)
Kitaplar
bir tür depo gibidir ve biz onlarda unutacağımızdan korktuğumuz şeyleri
saklarız. İçlerinde büyülü bir şey yoktur. Büyü, sadece o kitapların
anlattıklarındadır, evrenin parçalarını birleştirip bize nasıl elbise gibi
sunduklarındadır. (syf. 126-127)
Eğer
kaybedecek bir şeyin yoksa, istediğin riske girebilirsin. (syf. 129)
Otları
biçen bir adamla, gerçek bir bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır. Otları
biçen bir adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçıvan ömür boyu oradadır.
(syf. 227)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder