Unutulup
bir köşeye atılmak belki de başınıza gelebilecek en kötü şey.
Ama ben; bu odada yaşanan her şeyi biliyorum. Mutlu ve mutsuz tüm
anıları, hayal kırıklıklarını, umutları hatırlıyorum. Tüm
duygularınızı sığdırmaya çalıştığınız bu küçük odada
değişerek geçip giden duygu seline ortak oldum siz farkına
varmadan. Yaşanan her şeyi kaydettim zihnime. Bu odadaki her eşyada
sizin dokunuşlarınızı görüyorum.
İşte
bir köşede duran tekli beyaz koltuk. O koltuğun üzerinde kitap
okurdunuz eskiden. Üzerindeki kumaş parçası o kadar yıprandı ki
geçen zaman içinde; altındaki sünger bile dışarıya attı
kendini, hem de koltukta otururken farkında olmadan onu parça parça
koparmanıza ses bile etmedi.
Koltuğun
hemen yanında duran sehpanın da geçen zaman içinde boyası
aşındı; altındaki tahta minik minik aralıklar açarak boyanın
altındaki mahkûmluğundan kurtulmaya başladı.
Onun
yanındaki çalışma masası artık üzerindeki baskıya dayanacak
hâlde değildi; bacakları zor çekiyordu kaldırmak zorunda olduğu
bu yükü, ama dayanıyordu yine de sakince, üzerine karalanan bir
sürü resim ve yazıyla eski hâlini özlüyordu kuşkusuz; ama
kimse temizlemeye çalışmamıştı ki onu, yeni bir kimliğe
kavuşurken, eski benliğini kaybetmişti yavaş yavaş, ama kalbinde
yaşatmaya çalışmıştı onu. Üzerinde ders çalıştığınız
bu masa, zaman içinde, karamsar düşüncelerle doluyken üzerine
karalamalar yaptığınız bir karatahtaya dönüştü.
Masanın
üzerindeki kalemliğin içine kalem dışında birçok ıvır zıvır
doldurulmuştu. Boş çiklet paketleri, kağıt mendil parçaları,
top haline getirilmiş küçük kağıt parçaları, sağa sola
yapışmış silgi kırıkları, ucu açılan kalemden arta kalan
parçalar… Kalemlik, bir çöp kutusundan farksızdı. Geçen zaman
içinde asıl görevinden uzaklaştırılmış, sevmediği bir işi
yapmak zorunda bırakılmıştı. İçinde renk renk kalemlerin
bulunduğu bu kalemlik, sonunda çöp kutusu olarak görevini
sürdürmeye devam etti. Kalemliğin hemen yanındaki üst üste
konulmuş kitapların da durumlarından hoşnut oldukları
söylenemezdi. Sayfaları kırıştırılmış, daha sonra eski
hallerine döndürülmek için uğraşıldıysalar da; kıvrılan
kısımlarda kat izleri kalmıştı. Bazı sayfalar üzerine dökülen
sudan dolayı kabarmışlar, eğri büğrü olmuşlardı. Kitapların
ciltleri de benzer durumdaydı. Yıllar içinde yıpranmışlar,
üzerlerindeki yazılar yavaş yavaş silinirken ayrılmamak için
ses edememişlerdi. O güzel, ciltli kitaplar; önemsemediğiniz,
sinir olunca sağa sola fırlattığınız stres topuna dönüştü.
Karşıdaki
duvara dayanmış ahşap yatak da zaman geçtikçe ilk günlerdeki
parıltısını yitirmiş, matlaşmaya başlamıştı. Üzerindeki
kaplama yer yer soyulmuştu. Ayak kısmındaki bölüme renkli
boyalarla birçok kez bir şeyler karalanmış, temizlenmeye
çalışıldıkça daha da yayılmıştı. Tam temizlenemeyince de
boya izini kapatmak için o bölgeye birçok çıkartma
yapıştırılmıştı. Ancak zamanla onlar da beğenilmemiş,
yapıştırıldıkları yerden çıkarılmak istenmişlerdi.
Çıkartmalar tam olarak çıkmamış, gerideki bazı parçalar
yapıştırıldıkları yerden ayrılmamışlardı. Kalan parçalar
kazınarak çıkartılmaya çalışılmış, ahşapta birçok derin
iz bırakılmıştı.
Yatağın
yanındaki duvarda ise bant izleri vardı. Duvara yapıştırılan
posterler, sık aralıklarla yerlerini başka posterlere bırakmıştı.
Sürekli bantlarla tutturulup çıkarılan posterler, duvarın
üzerindeki bant izlerinin sebebi olmuşlardı, kimi zaman da
yırtılmalarına önem verilmeden hızla duvardan ayırılmışlar,
bantın olduğu kısımlardaki boyanın çıkmasına neden
olmuşlardı. Posterin asıldığı kısımlar ile duvarın diğer
kısımları arasında renk farkları oluşmuştu.
Yatağın
baş kısmının arkasındaki duvarda kitaplık vardı. Odada yeni
sayılabilecek tek eşya bu kitaplıktı belki de. Alındığı
günden beri bir süs eşyasından farksız davranılmıştı çünkü
ona. En üst rafında çok eskiden satın alınmış ve artık kapağı
bile açılmayan ansiklopedi seti vardı. Bir alt rafta; birkaç
sözlük ve birkaç eski ders kitabı bulunuyordu. Onun altındaki
raf ise boş sayılırdı. Birkaç ince çocuk kitabı ve evin başka
bir köşesinde yer bulunamamış gibi buraya dizilmiş eski biblolar
vardı. Kitaplığın alt kısmı kapaklıydı, o bölümde pek bir
şey yoktu, evde yer bulunamamış ıvır zıvırların atıldığı
küçük bir depo haline gelmişti artık. Eski gazetelerden
kullanılmış defterlere, atılmadan önce eski elbiselerden kesilip
alınmış düğmelerin bulunduğu kutudan bilyelerle dolu bir
kavanoza birçok eşyayla doluydu. Çok az kullanılan bir eşya
olduğu için en yeni görünen, ama gereği gibi kullanılıp
eskimeyi çoktan göze almış tek eşyaydı belki de bu kitaplık.
Büyük bir bilgi kaynağını içinde barındırması için
yapılmıştı ama amacının dışında kullanılarak yapması
gereken görevi tam yapamamıştı. Eskiden yenidünyalara yelken
açmak için önünde heyecanla beklediğiniz bu durak; evinizdeki
ıvır zıvırlarınızı tıkabileceğiniz bir depo haline geldi.
Kitaplığın
hemen yanındaki ahşap elbise dolabının da yıllar içinde kulpu
kırılmıştı ancak tamir edilmemişti. Dolabın bir kapağı tam
olarak kapanmıyordu, kapağın menteşesindeki vida yerinden
çıkmıştı ancak kimse bu sorunu gidermek için bir adım
atmıyordu, daha büyük sorunlarla uğraştıkları için sanırım.
Dolabın kapağının iç kısmına yer yer rengi solmuş, kenarları
kıvrılmış, bir derginin ortasından koparılmış bir poster
yapıştırılmıştı. Senelerdir kopup düşecekmiş gibi dursa da,
hâlâ sağlam bir şekilde tutunuyordu yapıştırıldığı yere.
Dolabın
yanında tahta bir iskemle vardı. O da diğer eşyalar gibi oldukça
eskiydi. Boyası yıpranmıştı, üzerine oturulduğunda
gıcırdıyordu. Üzerindeki boya birkaç kez aşınmış, her
seferinde farklı renklere boyanmıştı. Ancak zamanla aşınan
boyanın altından önceki boyaların renk cümbüşü ortaya
çıkıyordu.
İşte
böyle eşyaların olduğu bu küçük odada yaşadıklarınızı
biliyorum. Mutlu ve mutsuz tüm anılarınızı, hayal
kırıklıklarınızı, umutlarınızı hatırlıyorum. Peki, ben kim
miyim? O odadaki, çok uzun zaman önce satın alınmış olunan,
boyası aşınmış, gıcırdayan ama atmaya kıyamadığınız tahta
iskemle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder