Daha önce hakkında düşüncelerimi paylaşmış olduğum kitapların Podcast yayını videoları: Bir Gençlik Masalı, Fangirl, Lola ve Komşu Çocuk, Ölümsüz Ece, Matilda, Marslı, Dönüşüm...

29 Temmuz 2018 Pazar

Otobüs Camının Ardındakiler

Otobüsle yolculuk yaparken, kulağımda kulaklıklar, yanından geçip gittiğimiz yeşil tarlaları gözlemliyorum sessizce. Bazılarında çiftçiler uğraşıyor yeni ürünlerini alabilmek için, bazılarında koyunlar, keçiler, inekler otluyor karnını doyurup sahibine güzel süt verebilmek için. Bense bunlara baktıkça 90lardaki çocukluğuma dönüyorum farkına varmadan.
Artık bana çok uzak olan o dönem, bu doğal köy hayatından kesitleri gördükçe daha da yakınlaşıyor sanki. O dönemin saflığı ve bitmek bilmeyen sonsuz neşesi doluveriyor birden kafama. Koşuşturabildiğim, nedensiz yere mızmızlık edebildiğim, çok üzülsem de kısa sürede bunları unutabildiğim bu tasasız dönemi ne kadar da özlediğimin farkına vardığımda gözlerim doluyor. O yaşlardaki naiflik de zamanla değişiyor sanırım her şeyde olduğu gibi. Her duyguyu çabucak tüketebildiğimiz bu hızlı döneme ayak uydurmam ne kadar kolay olmuş diye düşünüyorum.
Hâlâ arada sırada eski oyuncaklarımı tuttuğum tozlu kutuyu yatağımın altından çıkarıp o dönemle alakalı hatıralarımı taze tutmaya çalışıyorum. Ancak bunu yapabilmek her zaman mümkün olmuyor ne yazık ki. Çünkü ben o yaştaki gibi düşünmüyorum artık. Zaman, beynime sorumluluklar gibi birçok yeni ve “yetişkin” düşünceyi de yerleştirmiş. Zaten bir zaman makinem olsa, dönmek istediğim dönem çoğu şeyden habersiz olduğumuz 6 – 7 yaş aralığı olurdu. Çünkü tek eğlencemiz arkadaşlarımızla oynamak ve çizgi film seyretmekti, çok şanssız bir durumda değilsek elbette.
Çocukluğumu düşündüğümde, pişman olabileceğim pek çok şey yaşamış gibi hissediyorum. Belki de bana o yaşlarda söylenenler yüzünden böyle hissediyorumdur, kim bilir. Ben vaktinin çoğunu sokakta arkadaşlarıyla geçiren bir çocuk değildim. Aksine, evde olmayı tercih ederdim. Televizyonun başında oturup çizgi film seyrederdim. Bu nedenle sokakta oynanan oyunlara çok katılan biri değildim.
Bir çocuk için dışarıda oyun oynamak son derece önemli bir şey gerçekten de. Benim anne babam da bunun farkındaydı, benim dışarıda oynamam için oldukça uğraşmışlardı, ancak bunda başarılı olamamışlardı. Bana sürekli “Şimdi dışarıya çıkıp oyna, ileride büyüyünce buna vaktin olmaz. Çocukken oyun oynamadığın için pişman olursun” derlerdi. Ancak aradan uzun zaman geçti, ben büyüdüm, yetişkin oldum (içimdeki koca bebeği asla büyütememiş olsam da) ama hâlâ o yaşlarda sokakta arkadaşlarımla oynamadığım için üzülmüyorum, pişmanlık duymuyorum. Sanırım bunun nedeni, evde kendimi daha güvenli hissetmemdi. Ve o güvenli bölgeden çıkmak istemediğim için zamanla kendi küçük dünyamı oluşturmaya başladım. Bu dünyada her şey istediğim gibi gidiyordu. İstediğimi yapma özgürlüğüne sahiptim; tüm gün kitap okuyabilir, resim yapabilir, çizgi film seyredebilirdim. Sanırım o zamanlarda yalnızlığı sevmeye başlamışım. Bir süre sonra anne babam da durumumu kabullenip beni rahat bıraktılar. Bazen bu kararı almakla doğru yapıp yapmadıklarını düşünüyorum, çünkü kolay bir çocukluk geçirmedim. Hem kendime hem onlara karşı haksızlık ettiğimi düşünürüm arada. Ama ben böyleyim, değil mi? Dahası, kimin zorlu zamanları olmamıştır ki büyürken?
Kendime oluşturduğum dünyayı istediğim gibi şekillendirirken, güzel film, müzik ve kitapları da ekledim hayatıma. Öyle ki, bir kaçış noktası aradığımda kitaplara sığındım, filmlerin geçtiği zaman ve mekanlara yolculuk ettim, hislerime karşılık bulabildiğim müzik ve şarkılarla rahatladım. Bence büyük bir kutunun içinde başlıyoruz yaşama. Bu kutuda sadece biz varız.  Zaman geçtikçe birçok şey öğreniyoruz, kutu öğrendiğimiz bilgiler ve fiziksel olarak elde ettiğimiz nesnelerle doluyor. Her gün, bu bilgi ve nesnelere yenilerini ekliyoruz. Ve yeni şeyler ekledikçe kişiliğimizi oluşturuyor, benimsiyoruz.
İşte otobüs yolculuğu yaparken etrafta gördüğüm tarlalar ve o tarlalarda yaşamı için savaşan insan ve hayvanların gözümün önünden hızla geçip gitmesi beni düşüncelere sevk ediyor. Onları sadece bir araba camının ardından görüyorum. Ve kafamda (sanırım seyrettiğim filmlerle alakalı olarak) country ve caz türünde sakin şarkılar geliyor. O an bu şarkıları dinliyormuş gibi hissediyorum. Belki de gitar ve saksafon melodilerinin böyle bir etkisi vardır. Zaten, akşamları o tarz şarkıları dinlediğim zaman da, tarlasında çalışan çiftçiler ve koyunlar beliriyor zihnimde. Sanırım ben country ve caz şarkılarını tarlalar ve çiftçilerle özdeşleştirdim. Zaten, dinlediğimiz veya izlediğimiz şeyleri zihnimizdeki başka şeylerle birleştirmek çoğu kişi için benzer bir durumdur. Düşünün, bir koku bile bize bazı şeyleri hatırlatabilir, yaşadığımız bazı olayları gözümüzün önüne getirir. (Önceden paylaştığım benzer temalı bir yazıyı buradan okuyabilirsiniz.) O nedenle, iyi ya da kötü, ne olursa olsun, şarkıların, kokuların, filmlerin, kitapların, bize hissettirdikleriyle hoş vakit geçirmeye çalışmak en iyisi olacaktır.
SON OLARAK!
O kadar çok şey yazdıktan sonra, kendi sevdiğim birkaç şarkıyı yazımın sonuna eklemesem olmazdı. İşte benim sevdiğim birkaç country ve caz şarkısı:
14. Willie Nelson – Crazy


   Şarkıları "Otobüs Camının Ardındakiler" adlı çalma listesiyle Spotify üzerinden de paylaştım. İsterseniz oradan sırayla dinleyebilirsiniz. Listeye buradan ulaşabilirsiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder